Simay Tatar
İnsanlar barınma, beslenme ve giyinme gibi üç temel şeye ihtiyaç duyarlar. Bir insanın barınacak yeri yoksa evsiz, beslenecek besini yoksa aç diye tanımlamakta sorun görmeyiz. Fakat bir bireyin giyinme ihtiyacını tamamıyla karşılayamaması gibi bir durumu olamaz. Çünkü alışa gelinen normlara göre toplum içinde çıplak dolaşmak gibi bir durum söz konusu değildir. Peki bu durumda öyle ya da böyle giydiği kıyafetlerin yeni olmaması o insanı değersizleştirir mi? Ya da şöyle sorayım: Bir insanın kalitesini kıyafetinin etiketi belirleyebilir mi?
Aristoteles yüzyıllar önce “İnsan her şeyden önce sosyal bir varlıktır.” demiştir. İçinde bulunduğumuz dijital çağa geldiğimizde bu söz hala geçerliliğini korumaktadır, bir farkla; bugün biz sosyal varlıklar, aynı zamanda tüketim odaklı bireyler haline geldik. Özellikle konu sosyalleşmek olunca her gün tüketilecek yeni bir şey ve her gün yeni bir ihtiyaç doğduğunu gözlemlemek çok da zor değil. Olması gereken sırada aktarmadığımı belki fark etmişsinizdir. Normal şartlar altında önce bir ihtiyaç sonrasında ürün ya da hizmet ortaya çıkmalı. Fakat geldiğimiz noktada önce ürün veya hizmet sonrasında bunun nasıl bir ihtiyaç haline getirilebileceğiyle ilgili kafa yorulmaktadır. Bu söylediğim özellikle de giyinme ihtiyacını karşılayan tekstil sektörü için geçerlidir.
En kısa tanımıyla, dokunmuş kumaş anlamına gelen tekstil, çeşitli lif türlerinin önce iplik haline getirilmesi, ardında da belirli desenlerde ve renklerde birleştirilmesi sayesinde kumaş ve daha sonra da ürünün elde edilmesi aşamalarından geçerek tekstil sektörünü oluşturur. Elyaf işleme, örme, dokuma, boyama, kurutma işlemlerine göre alt segmentlere ayrılan tekstil sektörünü diğer işletme gruplarından ayrı düşünmek doğru olmayacaktır. Üretiminden sonra ürün pazara çıkmak için dağıtılmalıdır ki bu adımda; teknoloji, yönetim, organizasyon ve insan unsuru çok büyük önem arz etmektedir. Yani tekstil sektörü ve üretiminden sonraki süreçlerde gerekli katılım istihdamın büyük bir kısmını kapsamaktadır. Bununla birlikte örneğin ürün geliştirme ve çeşitlendirme boyutunda gerekli bir faktör olan yaratıcılığın bu sektörde zaman zaman stratejik bir önem kazandığı söylenebilir.1 Peki, tekstilde yaratıcılık demişken, modanın ne olduğu hakkında bir fikriniz var mı?
Tarihine baktığımızda başta örtünme duygusu olarak başlayan giyim, zamanla yerini “Kendini ifade etme, meslek ve statüsünü gösterme, güzel olma duygusu ve trende göre giyinme” şeklinde değişim göstermiştir.2 Söylenebilir ki, zamanla bu değişim bulunan mücevheratlar ve değer biçilen diğer malzemelerin yaratıcılıkla harmanlanmasıyla gelişmiştir. Toplum arasında “geçici yenilik” olarak algılanan moda kelimesi zaman, mekan ve insanlara göre değişiklik göstermektedir. Mesela bir şeyin “çok moda” olması onun çok popüler, sevilen, kabul gören olduğu algısını yaratmaktadır. Öyleyse “geçici yenilik” dediğimiz, sürekli değişen ve gelişen bu olguya neden bu kadar takıntılıyız?
Bir kere şunu tekrardan hatırlatalım: İnsan sosyal bir varlıktır ve sosyalleşirken kendimizi nasıl temsil ettiğimiz çok önemli bir husustur. Modayı takip etmediğini, anlamadığını ya da anlamak bile istemediğini öne süren bireyler bile gerçekte nasıl olduklarını ya da olmak istediklerini bir şekilde gösterirler. Evet, kimine göre, önyargı insanoğlunun sahip olduğu en acımasız özelliklerden biridir fakat yeni tanıştığımız bir insanın görünüşü bize onun hakkında birçok bilgi sunabilir. Mesela, iş sektöründe resmi bir kurumda çalıştığınızı ve bir toplantıya gireceğinizi düşünün. Karşınızdaki kişinin gömleği ütüsüz ise aslında sizinle o an o toplantıda olmayı, ya da bu işi çok da ciddiye almadığını düşünebilirsiniz. Bu bir önyargıdır fakat siz modanın bilincinde bir birey olarak resmi kurumlarda daha özenli davranılması gerektiğini düşünerek, belki de elinizde olmadan, onu ayıplar ve kendinizden aşağıda görebilirsiniz. Bu durum karşınızdaki insanın popüler olana, kabul görene yani modaya uygun davranmamasından kaynaklanmaktadır. Kulağa biraz yüzeysel gelebilir fakat, durum böyleyken ve her gün yeni bir trend ortaya çıkıyorken, bizler modayı eksik kalmama, beğenilme ve toplum tarafından kabul edilme arzumuz yüzünden takip ederiz.
Özellikle, bir genç olarak moda teriminin son dönemlerde iyice kafa karıştırıcı bir hal aldığını düşündüğümü belirtmeliyim. “Farklı olmak” ve “kendin olmak” fikirlerinin yanı sıra hala halihazırda keskin çizgileri olan modayı takip etmesi inanılmaz sancılı bir süreç olabiliyor. Bu endişeler bir yana, bir de modanın yeni mi, eski mi olduğu tartışması patlak veriyor. Kanaat önderlerinin de katkısıyla bir tarafta yeni olan daha kaliteli gibi bir algı oluşurken, bir tarafta da vintage ve retro adı altında kıyafetler ön plana çıkmaya başladı. 1960’larda patlak veren “vintage” yani eski kıyafetlerin tekrardan giyilmesi ve ek olarak “retro” denen eski görünümlü kıyafetlerin üretilmesi modada algıyı bir uçtan bir uca değiştirdi demek sanıyorum ki yanlış olmayacaktır. Bir kıyafetin vintage sayılabilmesi için en az 40 en çok 100 yıl öncesinden kalmış olması gerektiğini eminim ki pek çoğumuz şu an öğreniyoruz. Özet olarak, modanın aslında başlı başına yeni olanı temsil etmediğini söyleyebiliriz.
Moda nasıl hızlı ya da yavaş olabilir?
Hızlı moda, küreselleşen moda endüstrisinin tamamen kar amacıyla başlattığı, hızlı bir şekilde ve ulaşılabilir fiyatlara daha çok ve anlık giysi, aksesuar, çanta veya ayakkabı üretimine ve tüketimine dayalı bir iş modelini temsil eder. Seri üretime geçilerek, bir kullan-at moda akımını doğuran ve birçok ürünü daha ucuza satmak gibi sonuçlar doğurması amaçlanan bu iş modeli firmaların kaliteden çok niceliğe önem vermesine böylelikle de tüketici davranışlarında değişikler gözlemlenmesine sebep olmuştur. Diğer yandan, yavaş moda akımını inceleyecek olursak, yavaş moda 1980’lerde Carlo Petrini ve bir grup aktivist tarafından İtalya’da yemek sektörü başta olmak üzere, bölgesel gelenekleri ve yavaş yaşam temposunu savunmak amacıyla başlattıkları “slow food” hareketine dayanmaktadır.3 Yavaş moda temelinde, uzun süreli giyilebilecek, materyal kalitesi yüksek, modası geçmeyecek ürünler üretmektir de diyebiliriz. Tam aksine, hızlı modada en öncelikli amaç kar olduğu için düşük maliyete kaliteli bir ürün üretmek de satın almak da çok zordur. Aynı zamanda hızlı modada ihtiyaç fazlası üretim yapıldığı için doğal kaynakları felaket bir hızla tüketmekte ve kullanılan kimyasal tarım ilaçlarının da sonucu olarak sektörler arasında karbon salınımı yapanlar listesinde tekstil sektörünü en üst sıralara taşımaktadır. Durumu istihdam konusundan ele alırsak, evet, çok fazla iş fırsatı sunmaktadır fakat kötü çalışma koşulları göz ardı edilerek ucuz işçiliğin desteklenmesi gibi bir durum da vardır. Son 15 senedir trend olan hızlı modadan önce markalar her sene 2 ya da 3 koleksiyon hazırlarlarken, hızlı modanın öncüsü zincir markalar şu anda yılda 50’ye yakın koleksiyon çıkartabilmekte. Bu da tüketici üzerinde takip edeceği trend konusunda kafa karışıklığına sebep olmaktadır. Ek olarak şunu da söylemek gerekir ki, alınan ürün kalitesiz olduğu için çok kısa bir süre sonra kullanılamaz hale gelmektedir. Yine de bilinçsiz tüketiciler olarak, bu durum bizleri rahatsız etmiyor, aldıkça daha fazla almaya, doğayı katletmeye ve insan emeğini ucuzlaştırmaya devam ediyoruz.
Satın aldığım ucuz bir kıyafetle doğayı nasıl zehirliyorum?
Öncelikle yaşadığımız dünya da en az biz insanlar kadar canlıdır. Kötü beslenirse, kötü şartlar altında nefes almaya çalışırsa hastalanır. Biz nasıl oksijene ihtiyaç duyuyorsak, içinde yaşadığımız dünya da temiz havaya ihtiyaç duyar. Eğer biz havayı karbondioksit, metan, ozon gibi zararlı maddelerle kirletirsek dünya eninde sonunda bize sunduğu nimetlerden yoksul kalacaktır. Farkında olmamız gereken bir başka konu ise, Sanayi Devrimi’nden sonra insanların arkalarında bıraktıkları izlerin gitgide belirginleşmekte olmasıdır. İnsanların günlük aktiviteleriyle birlikte arkalarında bıraktıkları bu izlerden biri de karbon ayak izidir. Sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsü olan karbon ayak izi, aynı zamanda doğrudan ve dolaylı ayak izi olmak üzere iki ana parçadan oluşur. Ulaşımda fosil yakıt kullanımı ya da tüketilen enerjinin kaynağı itibariyle doğrudan (birincil), satın aldığımız bir ürünün imalattan tüketime kadar olan süreçte çevreye saldığı karbondioksit miktarına ise dolaylı (ikincil) karbon ayak izi olarak adlandırıyoruz.
Peki, bu noktada, karbon ayak izinin giyim sektörü ile ilgisi nedir?
Şimdi elinizdeki kot pantolonun siz satın alana kadar geçirdiği serüveni ele alalım. Önce pamuklar toplanır, toplanan pamuklar sıkıştırılır ve işlenmek için fabrikaya götürülür. Fabrikaya gelindiğinde ham madde istenmeyen maddelerden temizlenir ve kurutulur. Devamında pamuk ipliğe dönüştürülmek üzere başka süreçlerden geçer ki bu sırada bütün pamukların aynı tipte olmamasından kaynaklanan atıklar çıkar. Toplanan pamuklar tarandıktan sonra oluşan lifler düzenli bir şekilde bir araya getirilir ve döndürülerek birleştirilir. Ortaya çıkan iplik en ince haline getirildikten sonra jean rengi verilebilmesi için boyanır. Bu aşamada jean hemen maviye boyanmaz çünkü mavi rengi suda çözünemez. Bu sebeple önce birtakım kimyasal madde uygulanır ve bu ipliği başta sarı renk yapar. Bir tepkime olarak, uygulanan bu kimyasal madde, havayla temas eden ipliğe indigo mavisi rengini verir, yani bizim bildiğimiz ismiyle jean mavisi. Son olarak mavi iplikle beraber beyaz ipliği dokuyan bir makine bize hepimizin bayıldığı jean kumaşı verir. Peki, o bayıldığımız kot pantolon bu süreçlerden geçerken, aslında bizim çok da farkında olmadığımız ne gibi izler bırakıyor şimdi onu inceleyelim.
En baştan başlayarak gidersek, pamuk üretimi sancılı bir süreçtir. Kesinlikle suya ihtiyaç duyduğu ve duymadığı belli periyotlar vardır. Çiftçi pamuk üretimi yapacaksa yağmur suyuna bel bağlayamaz. Yani bu bitkinin tükettiği belli bir miktar su zaten sürecin başında gözden çıkarılır. Hasat zamanı geldiğinde, pamuk hasat makinası denilen aracın enerjisi için fosil yakıt kullanılır. Toplanan pamuk fabrikaya götürülmek üzere yola çıkar. Yine bu ulaşım tabi ki kömür, petrol gibi fosil yakıtlarla sağlanır. Fabrikada temizliği için ham madde tekrardan suyla karşılaşır. Kurutulurken de kullanılan makinalar doğal olarak enerji harcarlar. Bu işlemden sonra çıkan atıklar sizin aldığınız kot pantolondan ayrı olarak değerlendirilir ki her fabrikanın bu atıkları nasıl değerlendirdikleri de ayrı bir sorudur. Makinalar döner, iplik üretilir ve boya aşamasına gelinir. Pamuk çok su tuttuğu için boyamak için kullanılacak kimyasallar da aynı oranda fazla kullanılmalıdır. Bu sırada kullanılan kimyasalların tepkimeye girmesiyle ortaya sadece indigo mavisi değil aynı zamanda ısı da ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında sudaki organizmalar için de zararlıdır, ki bu kullanılan su artık kullanılamayacak hale gelip atık olduğunda çevre için daha da büyük bir problem arz eder. Bu süreçte fazla su kullanımı, tüketilen enerji ve ortaya çıkan maddelerin hepsi karbon ayak izi cinsinden hesaplanabilir. Son olarak belirtmek istediğim bir şey daha var. Jean örneğinden bağımsız olarak, düz bir t-shirt üretmek için bile en az 2,700 L su kullanılmaktadır.4
Yeni üretiminin önüne nasıl geçeriz?
Konu, sürekli değişen ve gelişen bir kavram olduğunu söylediğimiz moda olunca yeniye duyulan ilgiyi, talebi azaltma fikri başta zor ulaşılabilir bir fikir gibi görünebilir. Fakat özellikle de 1990’ların orta sonlarında doğmuş Z Jenerasyonu diye adlandırdığımız genç ve gelecek nesle yeni üretiminin çevreye ne kadar büyük zararlar verdiği, gelecek yıllar için dünyamızı önünü alamayacak sıkıntılara sürüklediği anlatılabilirse sürdürülebilir bir geleceğe ulaşabiliriz. Modanın sadece yeni ürünlerden ibaret olmadığı, daha önce başka birinin kullandığı ürünlerin aslında bir hikayesi olduğunu ve kalitenin yeni etiketiyle ölçülmediği fikri daha çok ön plana çıkarılmalıdır. Bununla ilgili özellikle sosyal medyadaki içeriklerin arttırılması, kanaat önderlerinin bu görüşü desteklediklerinin görülmesi ve bir kişinin bile konuyla ilgili farkındalığının artması bu yolda atılabilecek en basit adımlardandır.
Bu anlamda bireysel olarak aksiyon alınabilmesinin en kolay yolu ikinci el kıyafet kullanmaktan geçiyor. Daha önce bir başkası tarafından satın alınmış ve kullanılmış ürün anlamına gelen ikinci el kavramı özellikle çevre dostu tüketici olma bağlamında tekstil sektörüyle birebir ilişkilidir. İkinci el kıyafet kullanmayan bireyler hazır giyime yönelir. Ama hazır giyimin ne olduğu ve nasıl etkileri olduğu da muhtemelen bilinmemektedir. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği’ne (İHKİB) göre, hazır giyim ve moda endüstrisi 3 trilyon dolarlık büyük bir pazara sahiptir. Ayrıca, hazır giyim, moda ve tekstil sektörünün petrol endüstrisinden sonra küresel düzeyde en çok kirliliğe yol açan sektör olduğu belirtilmiş ve bu aşağıdaki verilerle desteklenmiştir 5:
- Küresel atık su üretiminin yüzde 20’si hazır giyim ve tekstil sektörü tarafından yapılmaktadır.
- Pamuk tarımı dünya ekilebilir tarım alanlarının sadece yüzde 3’ünü oluşturmasına karşın, küresel düzeyde böcek ilacı kullanımının yüzde 24’ünden ve tarım ilacı kullanımının yüzde 11’inden sorumludur.
- Hazır giyim ve tekstil sektörü Çin’de en çok atık su üreten 3 sektörden biridir ve her gün 2,5 milyar ton atık su üretmektedir.
- Birleşmiş Milletler verilerine göre küresel düzeyde hazır giyim ve tekstil sektörü dünya green house gaz emisyonlarının % 10’unu üretmektedir.
Öyleyse neden hem daha ekonomik, hem de daha sürdürülebilir olan ikinci el kıyafetleri tercih etmiyoruz?
İkinci el kıyafetler bizi kalitesiz mi gösterir?
Bu soruya cevabımız koca bir hayır olmalı. Bir kıyafetten bahsedilirken ikinci el denildiğinde onunla ilgili kafamızda birkaç soru işareti oluşması çok doğaldır. Mesela bunların en başında iki soru gelir: Temiz mi? Eski mi?
Evet her birey kendine göre kişisel temizliğine özen gösterir. Fakat konu bir başkasının kıyafetini almaya geldiğinde iş biraz karışır. Bazı insanlar bir başkasından aldığı kıyafeti, kendi uygun gördüğü şekilde temizleme imkanı olduğunu bilmesine rağmen temizmiş gibi hissetmez. Hatta kendisi ikinci el kıyafet satıcısı olan insanlardan bile bazıları, kendilerinin satın almadıklarını dile getirmiştir. Bu bir önyargıdır. Bir diğer husus ise, ürünün eski olup olmadığı. Ya da şöyle söyleyeyim: eski gözüküp gözükmediği konusu. Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta var. Özellikle yeni nesil dediğimiz Z Jenerasyonu gençleri sosyal medyanın içine doğdukları için belli başlı platformlarda çokça vakit geçiriyorlar. Bu onlar üzerinde bazı gerçekçi olmayan güzellik standartları yükünü bindiriyor. Yüklenilen bu yük, daha popüler, daha havalı, daha güzel olma çabasını beraberinde getiriyor ve doğru olanın aksine toplumda kabul görebilmek için yeni, parlak, çekici kıyafetler giyilmesi gerektiği gibi bir algı oluşuyor. Sonuç olarak, ikinci el kıyafetlerin kendilerini daha kalitesiz ve daha az kabul görecek bir duruma soktukları düşüncesi oluşuyor. Bunun bir diğer sebebi de adı üstünde ikinci el olması diye düşünüyorum. Doğumumuzdan beri bir rekabet içinde olduğumuzu hissederek yaşıyorken “Neden birinci değil de ikinci elden bir kıyafet giyeyim?” diye düşünen birçok insanın olduğunu gözlemledim. Özetle, ikinci el kıyafet kullanma fikrine karşı bu kadar uzak durulmasının sebebini toplumun bize dayattığı ve üzerimize yapıştırılmış bir etiket olarak yorumluyorum.
O halde bu etiketi nasıl çıkartırız?
Öncelikle etiketi çıkarmak için üzerimizdeki baskıyı kaldırmalıyız. Her şeyden ve herkesten önce biz varız ve hizmet etmeyi amaçladığımız hedefin dünyamıza ve geleceğe katkılarına ne kadar önem verdiğimizi kendimize hatırlatmalıyız. Zaten, sürekli değişirken yakalaması zor olan modaya uymadığımız için bizi ayıplayan toplumdan önce, kendi fikirlerimize ve hislerimize değer vermeliyiz. İkinci sırada olduğumuz için değil, bilinçli birer vatandaş olduğumuz için ikinci el kıyafetleri tercih ettiğimizin farkında olarak doğa dostu tüketim yapmaya devam etmeliyiz. Hiç tanımadığımız birinden satın alarak giydiğimiz ikinci el kıyafet bizi rahatsız ediyorsa bile, tanıdığımız birinden alarak kullanacağımız ikinci el kıyafet ile de sürdürülebilir bir geleceğe destekte bulunduğumuzu unutmamalıyız. Son olarak da, önce kendimizden başlamamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız.
Kaynakça
[1] KALDIRIMCI, N., KARAHAN, A., 1988. Değişim Olgusu ve Tekstil İşletmelerinde Yönetim Politikaları, Tekstil ve Makine, 4. Tekstil Sempozyumu Özel Sayısı. (Kaldırımcı ve Karahan, 1988: 47–48)
[2] https://www.sisli.edu.tr/wp-content/uploads/2019/12/%C5%9E%C4%B0%C5%9EL%C4%B0_AKADEM%C4%B0-DERG%C4%B0S%C4%B0-2014.pdf#page=55
[3] Our history – about Us. Slow Food International. (2019, May 16). Retrieved November 16, 2022, from https://www.slowfood.com/about-us/our-history/#:~:text=Slow%20Food%20was%20started%20by,a%20slow%20pace%20of%20life.
[4] https://polen.itu.edu.tr:8443/server/api/core/bitstreams/307170af-6656-43b9-b532-b4313a56cf16/content
[5]İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği. İHKİB. (n.d.). Retrieved November 16, 2022, from https://www.ihkib.org.tr/tr/bilgi-bankasi/dunyadan-haberler/hazirgiyim-ve-moda-sektoru-kuresel-atik-istatistikleri/i-4453
http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/311/3/Sena%20ERDEN%20TEZ.pdf
YouTube. (2017, January 24). How denim fabrics are made. YouTube. Retrieved November 16, 2022, from https://www.youtube.com/watch?v=gO_T0vT2J94&list=TLPQMTUxMTIwMjK3uyuX8SN0gQ&index=2
A. E. Akan ve D. B. Özkan , “Ram makinesinde kurutma prosesinin enerji verimliliği analizi”, Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Dergisi, c. 10, sayı. 1, ss. 157-167, Mar. 2019, doi:10.24012/dumf.434850
https://doi.org/10.1016/j.jclepro.2021.130042
Yorumunu Paylaş